Büyüyen zarafet

 

Sculpture-Daniel Katz Gallery*

 

Sürekli bir çaba içerisindeyiz. Eteğimiz kırışmasın, makyajımız bozulmasın, saçımız düzgün olsun. Düzgün olsun her şey; bozulmasın. Peki mümkün mü?

Bizim çabamızla durdurulabilir mi, sabitlenebilir mi istediklerimiz?

Bir bebek doğduğunda, büyüyünce olabilecek şeyler için vaadler duymaya başlar. Bir büyü gibi anlatılır büyümek. İştah uyandırır. Yeterince çabalandığında edinilebilecek bir mertebe gibi. Oraya varmak, yapılacaklar yapılırsa mümkün olacaktır ve bunun için çaba gerekmektedir.

Bizlere çocukluk, gençlik, olgunluk ve devamında yaşlılık olan bir süreci izliyormuşuz gibi geliyor ama aslına bakarsanız; doğduğumuz günden itibaren yaşlanmanın da başladığı bir süreci takip ediyoruz. Beden, her an yaşlanıyor.

Baskı altındayız. Fiziksel unsurların ‘tamam’ olmasının, yaşamımızdaki deneyimin garantörü olacağına dair bir inancımız var. Güzel olmalıyız ki, beğenilelim. Beğenilelim ki, güzel bir deneyim yaşayalım. Bu zincirdeki güzellik algımıza yapışmış durumdayız ve ortaya ısrarlı bir çaba koyuyoruz. Bu çaba ile bir arada tutabileceğimizi zannettiğimiz koşullarla, kalıcı bir form yaratma peşindeyiz.

Elimizdeki el aynasıyla, her şeyin düzgün ve yerli yerinde olup olmadığını kontrol ede duralım; ancak beden yaşlanıyor. Üstelik hemen sonuç alma arzumuzdan ötürü, onunla düzenli ilgilenmeyi de göze almak istemiyoruz. Spor yapmakla, dengeli beslenmekle, öz bakımımızla düzenli ilgilenmekle ‘vakit kaybetmek’ istemiyoruz. Hızlı hamlelerle ‘daima’ ya da ‘her istediğimizde’ güzel olabilmek istiyoruz. Teknoloji de reklamlar da sağolsun, bunun bize mümkün olduğunu sıklıkla fısıldıyor. Çabamız, düzenli ve uzun vadeli değil; ancak kontrolümüz her daim. Baskı, böyle oluşuyor.

Güzellik uğruna ortaya koyduğumuz çaba, aslını gölgeliyor olabilir mi ?

Diyebilirsiniz ki, peki ne yapalım? Kendimize bakmayalım mı? Özen göstermeyelim mi? Elbette söylediğim bu değil. Elbette bedenimize iyi bakalım; ancak özen göstermekle, kalıcı olması için çabalamak birbirinden apayrı kavramlar. Güzellik, düzgünlük uğruna ortaya koyduğumuz çabanın, bizim istediğimiz anlamda bir kalıcılık sağlayamayabileceğinden söz ediyorum sadece. Kendimizi maruz bıraktığımız baskı ile strese neden olan büyük ‘kontrol’ çabamızın ardına bakabiliriz. Yatırımımızın -eğer varsa-, ne yönde olduğunu anlamaya çalışabiliriz.

Düşünce, söz ve eylemlerimiz birbirini izliyor. Bırakmak istediğimiz etki ya da almak istediğimiz beğeni, değişmez fiziksel unsurlarımızın bir sonucu olmuyor. Ya da öyle olursa, sığ ya da atıştırmalık keyifler gibi oluyor. Çabalıyoruz, didiniyoruz ama elde avuçta kalan: sabun köpüğü.

Zarafet, eğer doğru bir anlayıştan gelen bir çabayla beslenirse, bedendeki yaşlanmayla ters orantılı işliyor gibi duruyor. Yıllar, anlayışımızın derinleşmesine vesile olduğunda, örtüler kalkıyor. Kelimeler, ifadeler, eylemler de derinleşmeye başlıyor. Belki de yıllardır büyük bir çabayla peşinden koştuğumuz ışıltı, kendiliğinden görünür oluyor.

Çünkü zarafet, yaşsız. Elmas, anlayışımıza yatırım yaptıkça ışıldıyor.
Yıllara meydan okumak, zarafetimizden geliyor.
Çünkü yaş almak, zarafeti gölgelemiyor.
Çünkü zarafet, yaşlanmıyor. Büyüyor.

*Görsel: “boşluk, değersizlik” anlamında olan Latince “Vanitas” sözcüğü, hayatın geçiciliğini, zevkin boşluğunu anlatan; insanlara ölümlü olduğunu hatırlatan sanat eserlerinde kullanılıyormuş.

You may also like