Zarafet Yüzyılı

Marşlar yazıldı, gösteriler yapıldı, danslar edildi; konserlerle, geçitlerle, törenlerle yurdun dört bir yanında büyük bir coşkuyla Cumhuriyetimizin 100.yaşı kutlandı. Atamızın sözleri paylaşıldı. Tarihten sahnelerle derin hatırlamalar yapıldı. Gözyaşları döküldü. Fotoğraflarla, videolarla, ışık gösterileriyle, meşalelerle yer gök her yer kırmızı beyaz oldu. Kalbin en derinlerinden çağlayan minnet duygularıyla coşup dalgalandı yürekler. İyi ki de öyle oldu ve ne mutlu bizlere ki, yaşamlarımız da denk düştü bu kutlu güne.

Ve,

Bugün 30 Ekim 2023 | Bugün Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının ilk günü.

Peki şimdi ne yapacağız?

Şu kısacık insan hayatının bir noktasında, destansı bir mücadele ile kazanılmış özgürlüğümüzün üzerinden 1 asır geçmiş ve ülkemizin 100.yaş kutlamasına tesadüf etmişken; buradan nasıl devam edeceğiz?

Bulunduğumuz yer; bu bir asırlık Cumhuriyet, anlayışımızda değişiklik yapmamız için güçlü bir kıvılcım olabilir mi?

İkinci yüzyılında biz varız, bayrağı biz taşıyoruz  ve Cumhuriyet için biz ne yapacağız?

Bu ve benzeri sorularla geçirdiğim birkaç günün ardından zihnimde hep aynı yer ile temas ettim:

KARARLILIK

Atatürk Gülcemal Vapurunda.
Kaynak: www.ataturkinkilaplari.com

Çağımızda zarafet eksik evet ve bu konuda kiminle konuşsam; herkesin bir çeşit özlem duyduğunu belirttiği bir değer olarak karşımıza çıkıyor zarafet. Eksikliğini hissediyoruz, bunu dile getiriyoruz ve devamında ….. yakınma benzeri söylemler:

”Herkes kaba, herkes özensiz, herkes hırçın, herkes … öyle ve herkes böyle…”

Belki gerçekten de öyle ama bugüne kadar bu söylemleri sürdürmenin herhangi bir şeyi değiştirdiğini ya da bir çözüm olduğunu maalesef göremedim.

Ve bugün artık biliyorum ki böyle devam etmek zorunda değil, değilim ve değiliz.

Bugün -tıpkı 100 yıl önce bu topraklarda yaşayanların da yaptığı gibi- yapabileceğimiz en işe yarar ve soylu davranışın, kendimizin ne ve nasıl yapabileceği ile ilgilenmemiz olduğunu görüyorum. Bu aktif bir eylem. Samimi ve yeterince güçlü.

Başlangıç noktası: Farkında olmak, yapabildiklerimizin ve eğilimlerimizin.

Kendimizin farkında olmak ve ardından olmasını istediğimizi olmaya çabalamaktan bahsediyorum.

Özlemini çektiğimiz zarafete kavuşmanın tek yolu, kendi zarafetimiz üzerinde çalışmak.

Ve ihtiyacımız olan tek şey ama belki de gerçekten tek şey; kararlılık. Unutkanlıktan muzdarip zihinlerimiz için tek çözüm kararlılıkla her gün zarafete yatırım yapmak.

Bir motivasyon yazısı ya da beğeni alma yazısı değil bu. Bilakis, içimde oluşan kararlılığın ve açığa çıkan umudun becerebildiğim en sade ifadesi. Bu en çok kendime yazdığım bir yazı. Hem kararlılıkları yazıya dökmenin gücünün farkındayım hem de belki bir başkası için de katkı olabilir düşüncesiyle paylaşıyorum.

Kendi küçük hayatlarımız için basit ama kolay olmayan zarafete dair bir seçim listem oluştu:

  • Düşünce, söz ve eylemlerimle zarar vermemeyi seçiyorum.

‘Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir’ M.K Atatürk

  • Her an özenli olmayı seçiyorum.(Özbakımda, kılık kıyafetimde, kendimle ve başkalarıyla ilişkimde, işimde, davranışımda)
  • Çalışkan olmayı, işimi iyi yapmayı, yaptıklarım ile fayda sağlayabilmeyi, kendimi geliştirmek için her gün çabalamayı seçiyorum.
  • Cömertliği ve buradan doğan cesareti seçiyorum.
  • Her ne koşul altında olursa olsun, dürüstlüğü seçiyorum.
  • Yaşayan tüm canlılara duyarlı, nazik ve saygılı olmayı seçiyorum.
  • Her ne koşul altında olursa olsun, umudu hatırlamayı seçiyorum.

‘Umutsuz durumlar yoktur. Umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.’ M.K Atatürk

  • Başkalarının hakkına uzanmamayı, başkasına ait olan bir söz bile olsa izinsiz kullanmamayı seçiyorum.
  • Yaratıcı, üretken ve aydın olmayı, emeğe değer vermeyi seçiyorum.

‘Ben, manevi miras olarak hiçbir nass-ı katı(ayet), hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü güçlükler önünde, belki amaçlara tamamen eremediğimizi, fakat asla ödün vermediğimizi, akıl ve bilimi rehber edindiğimizi onaylayacaklardır. Zaman hızla dönüyor, milletlerin, toplumların, bireylerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek.’ M.K Atatürk

  • Hayatımda olanların değerini bilerek, kendi hayatımın sorumluluğunu almayı ve bu hayatı bu anlamda ıskalamamayı seçiyorum.

Atatürk’ ten ve yakın çevresindeki insanların anlattıklarından ilhamla yazıya döküldü bu liste. Zaten hali hazırda üzerinde çalıştığım, anlamaya çabaladığım, her gün hatırlamaya gayret ettiğim bu konulara dair içimde bu denli güçlü bir şekilde açığa çıkan kararlılık, bugünü kendi kararlılığımın miladı ilan etmeme vesile oldu.

Diledim ki, ikinci yüzyıl zarafet yüzyılı olsun.

Ve bunun olmaması için bir neden olmadığını biliyorum. Nereden mi biliyorum? Elbette Atatürk’ten. Elbette 100 yaşındaki Cumhuriyet’ten.

** Dün ilk kez rastladığım ve çok ekilendiğim programlardan ikisini de izlemeniz için aşağıya ekliyorum.
Sevgiyle

https://youtu.be/-APd9I4iut8?si=_vjBqRTPv4Yyy_Th

https://youtu.be/64dL7lauLo0?si=elOx_Voxangp_IMk

 

Su gibi ol dostum…

Suyun bir akışı var.
Akışın yönü, suyun da yönü oluyor.
Su, uyumlanıyor; direnmiyor. Akışı izliyor.

Zarafet, nerede durup nerede harekete geçeceğimizi bildiğimiz bir ölçülülüktür. Nerede susup, nerede konuşacağımızı bilmek de buna dahil…
Zarafette, olayların yönünü, gidişatı okumaya çalışır; ona göre uyumlanırız; ısrarcı olmayız.
İstediğimizde ısrar, bizi akışın yönünü görebilmekten alıkoyar.
Israr, serttir. Su, yumuşak, akışkan.
Israr, dirençtir. Su, esnek.
Israr, sabittir. Su, değişken.
Israr, korkulu. Su, cesur.
Israr, uyumsuz; su uyumlu.

Israrda düşünce vardır, plan vardır.
Su, acaba nereye aksam, ne yapsam diye düşünmez. Sadece izler ve akışı takip eder.

Zarafet eğitimlerinde üzerinde çalıştığımız konuların bir bölümünü, alışkanlıklarımız, eğilimlerimiz ve devamında esneklik ve direnç konuları oluşturuyor.
Direnç gösterdiğimiz yerleri fark edebilirsek, – ki alışkanlıklarımız bize hali hazırda bakacağımız yerlerin ipuçlarını gösterir – zarafete engel olan durumları tespit etmek daha kolaydır.

• Nerede, hangi koşullarda ‘ısrarla’ istediğimiz olsun diyoruz?
• Bir ortama girdiğimizde ya da daha girmezden evvel, varsayımlarımız ne durumda? Deneyime açık mıyız?
• Ya da bir ilişkiye şekil vermeye mi çalışıyoruz, yoksa olanı anlamaya mı?
• Kırmızı çizgilerimiz var mı? Gerçek mi?

Bir yerde ya da bir ilişkide, olanı gözlemlemek, anlamaya çalışmak güç verir insana.
İklimin farkında olmak, esnemeyi kolaylaştırır.
Israr, gözleri kapatır; zayıflatır.
Israr, zarafetten uzaklaştırır.
Su ise, güçlüdür. Gücü uyumdan gelir.
Su canlıdır. Akar. Yaşar.
Israr, durdurur.
Zarafet, canlıdır. Bu yüzden güçlüdür.

Dövüş sanatları ustalığıyla tanıdığımız Bruce Lee’nin tavsiyesidir:
“ Zihnini boşalt. Formsuz ol, şekilsiz ol.
Tıpkı su gibi..
Eğer suyu bir bardağa koyarsan, su bardağa dönüşür.
Eğer suyu bir şişeye koyarsan, su şişeye dönüşür.
Eğer suyu çaydanlığa koyarsan, su çaydanlığa dönüşür.
Su akabilir, aynı zamanda yıkabilir.
Su gibi ol dostum…“

Zarafet, uyumdur.
Su gibi olan, olana uyumlanır.
#zarafeteğitimleri

Başlangıç Noktası

Tango, öngörülemeyen bir dans.

Dünyanın her yerinde her gün binlerce insan, biri diğeriyle hiçbir zaman aynı olmayan ve olamayacak olan bu belirsizliklerle dolu deneyim için pistlere koşuyor.

Tangoda her dans biricik. Tümüyle doğaçlama yapıldığından, o an‘da edilen dansın bir tekrarının olmayacağını biliriz. Bu bize, yaşanan her anın nadide olduğunu ve tadını çıkarmamızı salık verir.

Tango, eğer doğru anlayabilirsek; hayat için çok değerli bir rehberdir.

Aleksandra Mazur – by Unsplash

Tangoda tarafların pistte buluştuğu ilk an, başlangıç noktasıdır. Bir başka deyişle 0 (sıfır) noktası. Ayaklarımızın yan yana ve karşılıklı konumlandığı bu an, yeni başlayacak olan hikayenin ilk an’ıdır ve taraflar belirsiz bir hikayenin eşiğinde oldukları, birbirlerine son an’a kadar özenle yaklaşacakları, birbirlerini dikkatle dinleyecekleri ve birbirlerinin ihtiyaçlarını gözetecekleri konularında hemfikirdirler. Ve dans boyunca her adımdan, bir diğerine geçerken ayaklar mutlaka ve mutlaka başlangıç noktasına temas edeceklerdir. Bu çok değerli bir hatırlatmadır: Her an, yeni bir an’dır. Bu sebepledir ki, adımlar boşa sarf edilemeyecek kadar değerlidir. Her adım çok değerlidir.

Dansa bu özenli niyetlerle başlarız. Adımlar gelir ve geçer; adeta akan bir nehirdeyizdir.

Mark McGregor by Unsplash

Meşhur Kadın Kokusu filmindeki unutulmaz tango sahnesi  öncesinde Al Pacino’nun dediği gibi:

‘Tangoda hata olmaz’

Zen ustaları, başlangıç zihninden bahsederler. Herhangi bir şeye takılı kalmayan bir zihin geliştirmenin önemine dikkat çekerler. Zen’de her an, her nefes taze bir başlangıçtır. Tango da aynı şekilde hep başlangıç zihninde olmamızı ister. Bundandır bir adımdan diğerine geçerken mutlaka başlangıç noktasına uğramamız…

Dans boyunca engellerle ya da beklenmedik durumlarla karşılaşmak çok olasıdır; çünkü aynı pistte tanıdık tanımadık pek çok insan bir arada dans etmektedir. Dans edenler, her şeyin farkındadırlar ve hiçbir şeye takılı kalmazlar. Çünkü aslolan danstır. Karşımızdaki kişiyle daha önce defalarca dans etmiş olsak da, yıllardır tanıyor olsak da ya da ömrümüzde ilk kez karşılaşıyor olsak da fark etmez; her dansta ve dansın içindeki adımlarla hep taze bir başlangıç yaparız.

Adımlar adımları kovalar ya da nefesler nefesleri…

Kaygan bir zeminde, belirsizliğin kollarına atıveririz kendimizi…

Peter Forret – 2011

Eğer doğru anlayabilirsek; tangonun, yaşama çok benzediğini keşfederiz.

Tango, bizi daima başlangıç noktasına taşır. Belki de hayat yolculuğumuzun da bize anlatmaya çalıştığı budur.

Elif – 2 Ekim 2022

11 Ekim’de başlayacak olan İlişkide İletişimde Tango eğitimlerine katılmak için, aşağıdaki bağlantı üzerinden kayıt yaptırabilirsiniz.

https://www.umaylayasam.com/egitim/iliskide-iletisimde-tango/ 

Her zarafette vardır bir HAYIR

Hari Panicker – Unsplash

 

Hayır.

Basitçe, nazikçe ve sadece hayır.

Özetle, kısaca hayır.

..

Hayır diyebilmek üzerine yazılmış onlarca kitap, edilmiş binlerce söz, tavsiye bulunuyor. Tekrara düşmek değil niyetim. Kendi pratiğimin bir özeti ve belki de samimi bir iç döküş diyebiliriz.

Meselenin hayır denen taraf ile diyemeyen taraf arasında muhasebesini yaptığımda, asıl hayır diyemeyen taraf için ağır bir bedel görünüyor. Hem içsel hem de dışsal olarak.

Bir teklife, davete, isteğe hayır diyemediğimizde olanlar:

  • Yapmak istemediğin bir şeyi yapmak ‘zorunda’ hissetmenin verdiği yük, ağırlık, sıkıntı hissi

  • ‘Mış gibi yapma’ halinin verdiği stres, yorgunluk

  • Hayır diyemediğin deneyimin getirdiği huzursuzluk

  • Hayır diyememenin karşı taraftan fark edilmesiyle katmerlenerek tekrarlanan suistimalden gelen güvensizlik, hayal kırıklığı

Bunlar ağır, çok ağır yükler. Sinsice büyüyen, kolaylıkla fark edilmeyen. 

Neden hayır denemiyor:

  • Öğrenilmiş bir durum. Ebeveynden, öğretmenden, arkadaştan vs. Vs. 

  • Arkasında kocaman bir korku var. Çok tehlikeli bir korku bu. Maskeli çünkü. Asıl yüzünü göstermeyen bir korku. Gücenir, kırılır, üzülür, ayıp olur, küser, zarafetli olmaz gibi maskeler giymiş bir korku. Maskeyi kaldırınca – ki bu da kolay olmayabiliyor- altından çıkanlar asıl korkular. Bakalım altına:

  • Dışlanmak

  • Sevilmemek

  • Yalnız kalmak

  • Beğenilmemek

Bunlardan korkuluyor. Bunların olmaması için de: ‘’ EVET de. Sadece evet. Gerisini halledersin. Halledersin çünkü hep halletmedin mi? Yine halledersin. Ne olacak canım. Hem bak, değişiklik olur. ( ya da o mutlu olur ) ’’ çözüm sanılmış. 

Burada evet geldikten sonra olanların can sıkıcı olup olmamasının bir önemi yok. Konu iyi bir deneyime evet, kötü bir deneyime hayır diyelim meselesi değil.

Konu, üzerine binbir çeşit kılıf geçirilmiş bu meseleye derinden, açıklıkla bakabilmek. Konu bu yükün ağırlığı. Bu yükün esareti. Bu yükün bağımlılığı. Bu yükün maalesef ve çok maalesef bedelleri.

Nadine Shaabana / Unsplash

Hayır diyebilme meselesi, insan hayatındaki en öncelikli konulardan biri olabilir. Herkes için olmasa bile azımsanmayacak kadar büyük bir oran için böyle olduğu görünüyor.

Anladığım kadarı ile ‘istemiyorsanız hayır deyin’ tavsiyesi ile çözülebilecek kadar basit bir mesele de değil. Çözüm ‘nasıl oluyor’ kısmına kafayı takmaktan başlıyor. Ne oluyor da hayır denemiyor? 

Kendi deneyimimdeki gözlemlerim:

  • Öğrenilmiş bir otomatik refleks var. Alışkanlığa dönüşmüş bir evet hali. Bu sebeple yavaşlayıp; olanı gözlemleme becerisine ihtiyaç var. Nasıl oluyor da otomatik olarak, tamam diyorum? 

  • Arkasında yıllarca tekrar edilmiş çok kuvvetli bir alışkanlık enerjili durum için, aksi yönde davranmak kolay olmayabiliyor ve bu konuda sabırlı ve şefkatli olmak önemli.

  • Göze almak. Kaybetmeyi, sevilmemeyi, onaylanmamayı vs. vs. Maskesi düşen asıl korku ne ise, onunla temas edip; aslında içinin ne denli boş olduğunu anlayabilmek çok değerli. Gerçekten boş. 

  • Israr tuzağına uyanık olmak. Bir davetin bir kere yapılması ile bin kere yapılması arasında davetin sundukları açısından bir fark var mıdır? Ne yazık ki ısrarda kalamıyoruz. Kedi ısrarla miyavladığında kapıyı açıyoruz, çocuk ısrarla istediğinde yarım saat daha oyuna izin verebiliyoruz, birisi ısrarla aradığında tamam diyebiliyoruz. Israr, yelkenleri suya indirebiliyor. 

Buralar, çoğunlukla fark edemediğimiz taraflar. Çünkü ‘nasıl oluyor’ kısmına bakmayı atlıyoruz. 

Zarafet eğitimlerinde merkez ve sınırlar konusunda çalışırken, hayır deme meselesine kimilerimiz gereken özeni gösterirken; kimilerimiz de olayın derinine inmeden sadece yapılacaklar listesine odaklanabiliyor. Bu yapılacaklar listesi, yukarıdakine benzer bir gözlem ve çalışmayı göze almadan benim görebildiğim kadarıyla pek bir işe yaramıyor.

Yapılacaklar listesinden önce, kendimde bakılacaklar listesine uğramak ve orada aşamaları gözlemleyebilir hale gelinceye kadar kalmaya ihtiyaç var.

Sereja Ris / Unsplash

Yapılacaklar listesine ‘size birisi hayır dediğinde yapılacaklar’ kısmından başlamak istiyorum:

  • Size birisi hayır dediğinde; lütfen saygı duyun, sevinin ve takdir edin. Bu çok değerli. Çok zarafetli. 

  • Bunu kişisel algılamayın ya da isterseniz algılayın; siz bilirsiniz. Ama lütfen ısrar etmeyin. Karşınızdakinin sınırlarını, kişisel alanını gözetmek; kendi sınırlarınızı gözetmek kadar önemli ve çok değerli.

  • Sakın küsmeyin, gücenmeyin. Hayır diyor, bu kadar basit. Sırf siz istiyorsunuz diye, ama kendisi istemediği halde evet deseydi; içinize siner miydi?

  • Karşınızdaki kişi çocuğunuz, eşiniz, arkadaşınız, yöneticiniz, komşunuz.. herkes ama herkes olabilir ve bu hiç fark etmez. Biri hayır diyorsa, o deneyimi ondan bağımsız düşünmeniz gerekiyor. 

  • Siz hayır dedikten sonra, başkalarının ne düşüneceği ile ilgili kısmı boşverin. Bu konuda yapabileceğiniz tek şey, hayır derken basitçe, nazikçe ve net bir şekilde hayır demiş olmanız. Sadece hayır. Geri kalanı hakkında yapabileceğiniz bir şey bulunmuyor. Karşınızdaki siz hayır dediğiniz için sizi sevmeyen ya da beğenmeyen biri ise, bunu öğrenmiş olursunuz ki bu değerli bir kazanımdır, ilişkinizin devamı için size rehberlik edecektir.

  • Hayır demek, kesinlikle zarafete dahil. Her şeye evet demenin nezaketle uzaktan, yakından en ufak bir ilgisi bulunmuyor. Sadece nazik olmaya ve duruma uygunsa teşekkür etmeye özen gösterin, yeterli.

  • Kendi deneyiminize bakmaya zaman ve enerji ayırın. Hayır dediğinizde veya diyemediğinizde bedeninizde ne oluyor, düşüncenizden neler geçiyor, iç sesiniz size ne söylüyor .. bunlara açıklıkla bakın. 

  • Evet demek bir mecburiyet olmadığı gibi; sizi de uyumlu ya da zarafetli yapmayacaktır. Sözcükler ve eylemler içerideki niyetten desteklenmiyorsa; sonucu en iyi(?) ihtimalle yapmacık bir ifade olacaktır.

  • Büyük ve sevimsiz bir teklif olmasına gerek yok, küçücük ikramlarla başlayın hayır demeye. İstemiyorsanız yemeyin mesela ya da içmeyin o ikramdan.

  • Tuzaklara karşı uyanık olmayı öğrenin. Bu deneyim bana ne vaadediyor? Bu önemli bir soru olabiliyor. İstemediğiniz bir davete, sırf güzel bir yemek yemek için giderseniz; emin olun alacağınız o geçici tat sizi devamında tatsız bir duruma sürükleyecektir. Size vaadedilen haz, sizi avlıyor. Burası esaretin kaynağı. Mecburiyete zemin oluyor. 

  • Bedeninizden destek alabilirsiniz. Bu akşam için dinlenme planınız vardı; ama bir telefon geldi ve bir davet aldınız. Aslında istemiyorsunuz ama otomatik tamam diyorsunuz. Bu deneyim tanıdık mı? Eğer tanıdık ise, bedeninize bakın. O telefondan öncesi ve sonrası olarak değerlendirmeye çalışın. Bulgularınız, size yardımcı olabilir. 

Bu yazıyı çok daha fazla uzatmak mümkün. Yaşları kaç olursa olsun; bu hayır diyememe meselesinin herkes için nasıl bir tuzak ve acı veren bir deneyim olduğunu çok kereler gördüm ve görmeye de devam ediyorum.

Tüm bu anlattıklarımın arkasında akademik bir kariyer, kaynakça olarak gösterebileceğim bir kitap bulunmuyor. İrili ufaklı pek çok acı deneyime ait çıkarımlardan oluşuyor.

Zarafet söz konusu olduğunda hayır demenin kabalık olarak anlaşılabildiğini ve bu yanlış anlamaya açıklık getirmek için edilen sözlerin eğer samimi bir deneyime dayanmıyorsa, bir işe yaramadığını gördüğümden; kendi deneyimlerimden edindiklerimi paylaşmayı uygun buldum.

Bir an önce, hem de her konuda yapılacaklar listesinden önce bakılacaklar listesine ihtiyacımız var. Bu pek çok şeyi dönüştürüyor.

Son olarak, her zarafette bir ‘hayır’ var. Hayır’sız zarafet olmuyor. Başkalarının onayına muhtaç olmayan zihinler, özgürce eylemde bulunuyor. Hayır, zarafete dahil; tutsaklık, zarafetten fersah fersah uzak.

#zarafeteğitimleri

Solmayan çiçek

Oscar Helgstrand – Unsplash

 

Anlamaya ihtiyaç var:


▪️Güzel olmak zorunda değilim.
▪️Güzel olmak, yerine getirilmesi gereken bir görev değil.
▪️Çalışırsam, çabalarsam, didinirsem, uğraşırsam elde edeceğim bir ‘başarı’ değil.
▪️Beğenilmem gerekmiyor.
▪️Her zaman ve herkes için güzel olmak mümkün değil.


Hatırlamaya ihtiyaç var:


◾️Her an yaşlanıyorum.
◾️Beden yaşlanıyor, değişiyor.
◾️Sonsuza kadar solmadan kalan bir çiçek yok.
◾️Güzellik, sandığım gibi olmayabilir.
🥀
Zarafet eğitimlerinde ilk konu başlığımız ‘Güzellik’.
Bu kavramı irdeliyor, anlayışımızı görmeye çalışıyoruz.
Beğenilmek, onay almak uğruna ortaya koyduğumuz çaba ve fiziksel güzelliğe yaptığımız yatırımların, üzerimizde yarattığı baskıyla, yorulduğumuzu; dolayısıyla gerginliğimizi ve hatta öfkemizi fark edebiliyoruz.
Ve devamında bunun nasıl bir pranga olduğunu, bizi sadelikten, dinginlikten uzaklaştırıp; nasıl da zinciri açacak anahtarı kendi ellerimizle başkalarına verdiğimizi görebiliyoruz.
Bu mümkün olduğunda, güzellik diye ‘kabul ettiğimiz’ algıyla yüz yüze gelip, açıklıkla değerlendirerek; ‘bir şeylerin sandığımız gibi olmayabileceği’ ihtimaline açık hale gelebildiğimizde; zarafeti çalışmaya başlayabiliyoruz.
Ve böylece, sonsuza kadar süreceğini, değişmeden var olacağını “zannettiğimiz” durumlar için çabalamak yerine; düşünce, söz ve eylemlerimize odaklanmayı seçebiliyoruz.
🥀
Zarafetin, giydiklerimizle, makyajımızla, görgü kurallarını harfiyen ezberlemekle; birisi ile tanıştığımızda el sıkışmanın inceliklerini öğrenmekle ilgisi olmadığını; ne yapacağımızdan çok nasıl yapacağımızın önemini anlamaya ve tüm bunların, anlayışımızdan beslendiğini görebilmeye ihtiyacımız var.
İşte ancak o zaman, ilk kez tanıştığımız birisiyle el sıkışırken gözlerine bakabiliyor, adını duyabiliyor, içtenlikle selamlayabiliyor ve özenli bir iletişim kurabiliyoruz ve tüm bunlar görgü kurallarını bildiğimizden değil; zarafetin kaçınılmaz bir sonucu olarak kendiliğinden uyguladığımız adımlar oluyor.
Zarafet ezberlenen bir şey değil; öğrenilebilir denebilir belki; ama en doğrusu keşfedilebilir.
Ve bu her zaman, herkes için mümkün görünüyor.
#zarafeteğitimleri 

‘Ne yapmak’ yerine, ‘nasıl yapmak’

Erik Mclean – Unsplash

 

Ne yapacağımızla o kadar meşgulüz ki, nasıl yapacağımız konusunda hiç düşünmüyoruz.

Zarafet eğitimleri dendiğinde aklımıza çatal, bıçak nerede durur; yemeğe hangi çataldan başlanır; nerede ne söylenir, ne yaparsak zarafetli olunur gibi konular gelmesi de belki de bu yüzden.

Read More

Tatlı diller, yılanlar ve ağız temizliği

pexels-mart-production-7709174

 

Hem tatlı dilli olup; hem de açık sözlü olabiliyor musunuz?

~•~

Açık sözlülük derken; dürüst olmayı, net olabilmeyi, kendini ya da durumu açıklıkla ifade edebilmeyi kast ediyorum.

✂️ Birini kırmayalım diye, gücenmesin diye, aramız bozulmasın diye, şimdi durduk yere tatsızlık çıkmasın diye.. diye diye söylemek istediklerimizi kırpabiliyoruz✂️

Yalan söylemiyoruz belki (?) ancak ifademiz, gerçeği olduğu haliyle tam olarak yansıtmayabiliyor. Eksik ya da bizim şekillendirdiğimiz bir “olan” oluyor. Saçtaki kırıkları alıp; şekil vermek gibi.

Ya da sessiz kalmayı yeğliyoruz. Kaçınıyoruz ifadeden.

~•~

Şekil vermek, evirip çevirmek belki kimseyi kırıp dökmüyor, kandırmıyor.. bir kişi hariç: KENDİMİZ

Kendimize açıklıkla baktığımızda, gördüklerimiz şaşırtıcı olabiliyor.

Bu yüzden pek yanaşmıyoruz mercek altına almaya, korkuyoruz; karşılaşmak istemiyoruz.

Yumuşakça üstünü örtüyoruz.

Ya da bastırıp, başımızı başka yöne çeviriyoruz.

🐍

Açık sözlü olabilmek, korkusuz insanların becerisi.

Mevcut durumu gören, direnmeyen ve bunu ifade etmekten çekinmeyen insanların.

🐍

Tatlı dillilikte ise; incitmeden, nezaketle iyicil sözcüklerle konuşmak var elbette, ve buralarda görece daha az zorlanıyoruz. Daha doğrusu koşullar izin verir ise, bu çizgide kalabiliyoruz.

Elif’çimler, teşekkür ederimler, misin’ler, ricalar kaplıyor ağzımızı.

Şartlar azıcık değiştiğinde ise; kolaylıkla olmasa da, bu kez bir parçacık gülümseme ile örtmeyi deniyoruz genzimizden fışkırmayı bekleyen gerginliğimizi, en azından sözcüklerimiz bir süre daha nezaket çemberinde dolanıyor.

Peki gerçekten öyle mi?

Sözcükler tamam da, ya ifademiz? Destekliyor mu sözümüzü?

dev-asangbam-z5u3go6GIJ8-unsplash

 

Aslolan şu ki, kaçış yok.

Eğri oturup, doğru konuşulmuyor.

Ses tonu, ayağımızı sallamalar, kaçan gözler, ‘aynen aynen’ diye geçiştirmeler ele veriyor.

Yüzümüze yerleştirdiğimiz gülen yüz emojisi, sesimize kondurduğumuz ‘mıymıy’ inceliği yetmiyor.

Çağrı merkezinden bizi karşılayan ses, memnun değilse yerinden; alınan hizmete 10 üzerinden 10 vermeye gönlümüz razı olmuyor.

Hattın diğer ucunda stres varsa, sözcüklerin bir önemi kalmıyor.

Sözcükler, samimi değilse; ikna gerçekleşmiyor.

🐍

Açıksözlülük, samimiyet istiyor.

Tatlı dile, samimiyet eşlik ettiğinde yılan delikten çıkabiliyor.

Hem tatlı dilli, hem açıksözlü olabilmek, ağzı temizlerin becerisi.

Ve bu ince çizgide durabilenlerle temas ettiğimizde, zarafete tarif gerekmiyor.

Ağzı temiz olmak, zarafete dahil. Her anlamda.

#zarafeteğitimleri

Büyüyen zarafet

 

Sculpture-Daniel Katz Gallery*

 

Sürekli bir çaba içerisindeyiz. Eteğimiz kırışmasın, makyajımız bozulmasın, saçımız düzgün olsun. Düzgün olsun her şey; bozulmasın. Peki mümkün mü?

Bizim çabamızla durdurulabilir mi, sabitlenebilir mi istediklerimiz?

Bir bebek doğduğunda, büyüyünce olabilecek şeyler için vaadler duymaya başlar. Bir büyü gibi anlatılır büyümek. İştah uyandırır. Yeterince çabalandığında edinilebilecek bir mertebe gibi. Oraya varmak, yapılacaklar yapılırsa mümkün olacaktır ve bunun için çaba gerekmektedir.

Bizlere çocukluk, gençlik, olgunluk ve devamında yaşlılık olan bir süreci izliyormuşuz gibi geliyor ama aslına bakarsanız; doğduğumuz günden itibaren yaşlanmanın da başladığı bir süreci takip ediyoruz. Beden, her an yaşlanıyor.

Baskı altındayız. Fiziksel unsurların ‘tamam’ olmasının, yaşamımızdaki deneyimin garantörü olacağına dair bir inancımız var. Güzel olmalıyız ki, beğenilelim. Beğenilelim ki, güzel bir deneyim yaşayalım. Bu zincirdeki güzellik algımıza yapışmış durumdayız ve ortaya ısrarlı bir çaba koyuyoruz. Bu çaba ile bir arada tutabileceğimizi zannettiğimiz koşullarla, kalıcı bir form yaratma peşindeyiz.

Elimizdeki el aynasıyla, her şeyin düzgün ve yerli yerinde olup olmadığını kontrol ede duralım; ancak beden yaşlanıyor. Üstelik hemen sonuç alma arzumuzdan ötürü, onunla düzenli ilgilenmeyi de göze almak istemiyoruz. Spor yapmakla, dengeli beslenmekle, öz bakımımızla düzenli ilgilenmekle ‘vakit kaybetmek’ istemiyoruz. Hızlı hamlelerle ‘daima’ ya da ‘her istediğimizde’ güzel olabilmek istiyoruz. Teknoloji de reklamlar da sağolsun, bunun bize mümkün olduğunu sıklıkla fısıldıyor. Çabamız, düzenli ve uzun vadeli değil; ancak kontrolümüz her daim. Baskı, böyle oluşuyor.

Güzellik uğruna ortaya koyduğumuz çaba, aslını gölgeliyor olabilir mi ?

Diyebilirsiniz ki, peki ne yapalım? Kendimize bakmayalım mı? Özen göstermeyelim mi? Elbette söylediğim bu değil. Elbette bedenimize iyi bakalım; ancak özen göstermekle, kalıcı olması için çabalamak birbirinden apayrı kavramlar. Güzellik, düzgünlük uğruna ortaya koyduğumuz çabanın, bizim istediğimiz anlamda bir kalıcılık sağlayamayabileceğinden söz ediyorum sadece. Kendimizi maruz bıraktığımız baskı ile strese neden olan büyük ‘kontrol’ çabamızın ardına bakabiliriz. Yatırımımızın -eğer varsa-, ne yönde olduğunu anlamaya çalışabiliriz.

Düşünce, söz ve eylemlerimiz birbirini izliyor. Bırakmak istediğimiz etki ya da almak istediğimiz beğeni, değişmez fiziksel unsurlarımızın bir sonucu olmuyor. Ya da öyle olursa, sığ ya da atıştırmalık keyifler gibi oluyor. Çabalıyoruz, didiniyoruz ama elde avuçta kalan: sabun köpüğü.

Zarafet, eğer doğru bir anlayıştan gelen bir çabayla beslenirse, bedendeki yaşlanmayla ters orantılı işliyor gibi duruyor. Yıllar, anlayışımızın derinleşmesine vesile olduğunda, örtüler kalkıyor. Kelimeler, ifadeler, eylemler de derinleşmeye başlıyor. Belki de yıllardır büyük bir çabayla peşinden koştuğumuz ışıltı, kendiliğinden görünür oluyor.

Çünkü zarafet, yaşsız. Elmas, anlayışımıza yatırım yaptıkça ışıldıyor.
Yıllara meydan okumak, zarafetimizden geliyor.
Çünkü yaş almak, zarafeti gölgelemiyor.
Çünkü zarafet, yaşlanmıyor. Büyüyor.

*Görsel: “boşluk, değersizlik” anlamında olan Latince “Vanitas” sözcüğü, hayatın geçiciliğini, zevkin boşluğunu anlatan; insanlara ölümlü olduğunu hatırlatan sanat eserlerinde kullanılıyormuş.

Etiket ve Zarafet

Fransızlardan gelen etiquette, nam-ı diğer görgü kuralları, eski adıyla adab-ı muaşeret..

Çeşitli durumlar için farklı etiketler bulunuyor. Yemekte etiket, işte etiket hatta şimdilerde ise, network+etiketten türetildiği söylenen netiket var. ( netiquette: etiquette in technology ) Digital görgü kuralları da deniyor. İnternette iletişim kurmanın doğru veya kabul edilebilir yolu anlamını taşıyor.

Görgü, bir toplumda uyulması gereken saygı ve incelik kurallarının genel adı. Görgü kuralları, toplumda bireylerin nasıl davranması gerektiğini düzenleyen yazılı olmayan kurallar. Bazen her toplumda geçerli, evrensel bir nitelik taşıyabileceği gibi; bazen toplumdan topluma ya da duruma göre değişiklik gösteriyor. Bir yaptırımı yok, kişi bu kurallara uymadığında, aldığı tepki yadırgama ya da en ağır haliyle ‘ayıplama’ olabiliyor.

Photo: Erik-Mclean – Unsplash

Örneğin; çorba kaşığının kullanılışı, toplumlara göre değişiklik gösteriyor. Fransızlar çorbayı kaşığın ucu ile içerken; İngiltere’de ve Amerika’da yanı ile içiliyor. Her ikisi de tercih edilebilir ancak kaşığın hepsinin ağıza sokulması ya da çorbayı bitirdikten sonra kaşığın tabağın içine değil de, tabağın yanına ya da masada başka bir yere bırakılması görgüsüzlük kabul ediliyor. Keza çorbanın içmeden önce üflenmesi de aynı şekilde.

Görgü kuralları zarafete dahil, ama!

İçinde nezaket niyeti olan görgü, saygı ve incelik barındırıyor. Dolayısıyla elbette zarafete dahil. Ancak zarafeti, görgü kurallarından ibaret zannetmeye yönelik bir yanlış anlama var. Çatalı, kaşığı nasıl tutacağımızı, hangi kadehle hangi şarabın içileceğini öğrendiğimizde zarafeti tamamlamış(!) zannedebiliyoruz.
Görgü kurallarını biraz ihtiyaçtan öğreniyoruz. Öğrenelim de zaten, bu güzel bir şey. Diğer toplumlar hakkında bilgi edinmemizi ya da saygı görmemizi sağlayabiliyor. Ancak öte taraftan zarafet için tek ve yeterli konu değil. O zaman sadece etiket oluyor.

Zarafet üst küme, etiket zarafetin alt kümesi.

Zarafet, görgü kurallarını da kapsayan çok daha geniş bir kavram olmasaydı; anlayıştan, empatiden yoksun kalırdı değerlendirmelerimiz. Yargılayıcı bir hal olurdu zarafet. Sadece çorba kaşığını nereye koyacağını bilmiyor diye, son derece sığ bir tavırla set çekebilirdik çocukluk arkadaşımızla aramıza ya da benzer bir durumda bizim için hemencecik yapıştırılırdı malum etiket : Görgüsüz!

Oysa ki yaşamın çizgileri bu kadar net değil, böylesi sürdürülebilir olmadığı gibi, gerçeği de yansıtmıyor. Esnek değil. Katılık da, zarafetten değil zaten.

Münir-Özkul-Yaşar-Usta-Karakteri-Bizim-Aile

Benim gibi Türk filmleri ile büyümüş özellikle 70li yıllar Türk filmlerine hayran biri olmasanız bile bu sahne eminim çoğu kişinin hafızalarındadır. Büyük Yaşar Usta sahnesi!

Filmin bu sahnesinde Münir Özkul, oğlunun (Tarık Akan) sevdiği kızın ( Itır Esen ) babası Saim Bey ile konuşuyor. Son derece varlıklı, belki de tüm görgü kurallarını yalayıp yutmuş ancak zarafetin esamesinin bile okunmadığı biriyle. Tiradında yakışır mı sana diye soruyor Yaşar Usta. Tüm zarafetiyle hizaya getiriyor fabrika patronunu. Zarafet, güçtür çünkü.

Bu sahne özelinde değil ama, Münir Özkul’u ve oynadığı rolleri hatırladığımızda, görgü kurallarına hakim biri gelmez aklımıza pek. En azından benim öyle. Fakat inceliği, nezaketi, saygısı sanki her daim yansır ondan. Hangi kadeh ile kırmızı şarap içeceğini bilmeyebilir; fakat etrafına saygısı, kibarlığı, sevecenliği ve nezaketi ile zarafetine hayran bırakır. Ölçülüdür, nerede durup nerede harekete geçeceğini; sınırlarını ve merkezini bilir. İşler ne kadar karmaşık olursa olsun, göründüğü yerde güven verir, adeta işlerin yoluna gireceğini müjdeler duruşuyla. Zarafet, çevremizdeki insanların yanımızda iyi hissetmelerini sağlar. Bu sebeple, hemen hissedilir ve bu sebeple de güçlüdür.

Bir zamanlar çok değil 50 yıl öncesinde, Türk filmlerinde öne çıkarılan değerler nezaket, sevgi, saygı, anlayış idi. Konumundan bağımsız, karakterlerdeki zarafeti izlerdik.

Bu yazıyı yazmama da ilham olan kişinin bir konuşmasını da buraya iliştirmeme müsaade edin lütfen. Ruhu şâd olsun.

Görgü kurallarını bilmiyorsak ne olur?

Anlayışımız bize yol gösterebilir. Başkalarına, diğer canlılara ve kendimize karşı nazik, ölçülü ve saygılı olmak neye işaret ediyorsa, o yöne eğilmek yeterlidir; zarar vermemeyi gözettiğimiz sürece zarafet orada ışıldar. Bu evrenseldir. Hemen fark edilir.

Başlangıçtaki netikete dönecek olursam, birini her istediğimizde FaceTime ya da Whatsapp üzerinden görüntülü arayamayacak olduğumuzu bilmek, kişisel alana saygımızdan, ölçülülükten yani zarafetten gelir. Bunun için, görgü kuralları dersi almış olmaya gerek var mıdır?

Zarafet, etiketler ile değil de, anlayıştan gelen, eylemlerle desteklenen bir haldir. Gizlenememesi, düşünce, söz ve eylemlerimizden yansıması bundandır.

#zarafeteğitimleri

Kapak:Betweenmates.com

Makyaj ile Zarafet

Makyaj:
Fransızca “maquiller” boyamak, süsleyerek değişik hale sokmak anlamına geliyor. +age sonekiyle, makyaj (maquillage) türetilmiş.

Freestocks – Unsplash

İçimizdekiler, süsleyerek örtülemiyor.
Bakışımızdan, bardağı tutuşumuzdan, koltukta oturuşumuzdan, kelimelerimizden, tepkilerimizden dışarı taşıyor. Yansıyor.

Güzel kıyafetler giymekte ya da makyaj yapmakta bir problem yok; söylediklerim böyle anlaşılmasın isterim. Sadece zarafetin, süsleyerek olabileceği varsayımıyla ya da değişik hale sokma çabamızla olabilecek bir şey olmadığını anlamamız gerekiyor.

Eminim tesadüf etmişsinizdir; bazen güzel giyimli, makyajlı birinin konuşmaya başladıktan sonra sizi şaşırttığı olmuştur. Dışarıdaki bakım, güzellik içerideki ile tezat bir durumda kalır sanki. Ya da çok sakin, sessiz ılımlı ‘görünen’ birinin, çocuğunun bardağı yere düşürmesiyle birlikte sesinin alevlenmesi bir olur. İçerideki stres, dışarı sızmaktadır.

Zarafet için makyaj yapmak gerekmiyor, tam tersi örtüleri kaldırıp; altındakine bakmak gerekiyor.
İçimizdeki iyiyi teşvik etmek, sözlerimizin ve eylemlerimizin gerisindeki tutumlarımıza bakmak ve varsa oradaki kabukları sıyırmakla açığa çıkabiliyor.

Öte yandan duygular, bizim içimizdeki elmaslar ve onlar da makyajla örtülemiyor, boyayarak daha güzel bir hale gelmiyor. Bastırdığımızda geçmiyor, havalı elbiseler kamufle etmiyor. Öyle sanıyor olabiliriz. Belki de bu yüzdendir durmadan gülümseme ya da espri yapma çabamız.

Konfüçyüs, “İnsanoğlu saklanamaz” demiş.
Saklanamıyor.
Zarafet, düşünce, söz ve eylemlerimizden yansıyor.
#zarafeteğitimleri