Israrlıyız. İstemediklerimizin olmaması için, istediklerimizi oldurmak için ısrarlıyız.
Bu durum yani istiyorum/istemiyorum tarafımız, o kadar normal geliyor ki gözümüze, otomatik olarak benimsediğimizden biz fark etsek de etmesek de tüm eylemlerimize bu tarafımız yön veriyor.
Direnç göstermek ile sınır çizmeyi birbirine karıştırıyoruz. Bize uygun olmayan bir duruma hayır diyebilmek ile olan duruma direnmeyi aynı şey zannediyoruz. Hayır diyebilmek, zarafete dahil ancak deneyimle münakaşa etmek; zarafetten uzaklaştırıyor bizleri.
İşler planladığımız gibi olmayabilir, hatta çoğunlukla da birebir o şekilde olmaz zaten. Hele biz ısrar ettikçe, iyice olmaz. Başka türlü olabilir ihtimaller ve bizim buna kapalı olmamız, direnmektir. Sözgelimi, bütün gün hazırlık yaparsınız ve misafiriniz gelemeyeceğini söyleyen bir telefon edebilir mesela ya da vejetaryensinizdir ve restoranın menüsünde sizin tercihinize uygun tek bir seçenek dahi olmayabilir.. Çok istediğinizi bildiği halde eşiniz erken davranamadığından sinemadaki o filme bilet bulamamış ve başka bir film için bilet almış olabilir. Zarafet, buradaki tepkilerimizin, tutumlarımızın ne olacağı ile ilgilidir. Israrla istediklerimizde diretiyor muyuz, yoksa esneyip mevcut duruma uyum sağlayabiliyor muyuz?
Zarafet, uyumdur. İstemediğiniz bir teklife elbette hayır diyebilirsiniz, ancak çok istediğiniz filme gidemediniz diye çatışma olmasına da gerek yok. Başka bir gün gidelim madem dersiniz ve seansın tadını çıkarırsınız.
Küsmek, söylenmek, ille de böyle olsun diye ısrar etmek, zarafetin gölgelendiğine işaret.
Son zamanlarda sıklıkla pratik yapmaya özen gösterdiğim bu konuda işe yaradığını gördüğüm bir tavsiyem var.
Bir şeyin olmama ihtimali göz kırpmaya başladığında, olmayacağını kolaylıkla kabul edin. İçinizden şöyle geçirin: ‘Tamam, ne yapalım. Biz de ….. yaparız’ ya da ‘Peki, o zaman şuna bakalım’ gibi. Sözcüklerinizle hemen onaylayın içinizde, hatta dile getirin. Ancak samimi olmanız gerekiyor. Gerçekten o olmayan ihtimali gözden çıkarın.
Örnek vereyim: AVM’de otoparkta park yeri arıyorsunuz, çok kalabalık. Biraz ileride boş bir yer görüyorsunuz ve hemen bir başka araba, dörtlüleri yakıp; oraya yerleşmek üzere pozisyon alıyor. Tam bu anda, ‘olsun, biz de başka yer buluruz’ gibi bir şey söyleyin, samimice. Hatta gülümseyin bu duruma. Sonra da olanı izleyin.
Biliyorum, elbette ki her durum için uygulaması kolay bir öneri değil. Hiç istemediğimiz bir durumla karşılaştığımızda, hemen başka tarafa yönelmek mümkün olmayabiliyor. Ancak günlük yaşamda, küçük olaylar karşısında tutumumuzu değiştirdikçe, esneyebildikçe büyük olaylar olduğunda eğilimimiz daha önceki pratiklerimizin kaçınılmaz sonucu olarak bize yardımcı olacaktır ve sadece bu sebeple bile olsa, denemeye değerdir.
Israr, zarafete dahil değil, esneklik zarafettendir.
#zarafeteğitimleri
Tango, bir iletişim dansıdır. Lisan gibi öğrenilir ya da öğrenilmelidir. Çünkü tümüyle doğaçlama yapılan bir danstır tango. İçinde ezber barındırmaz. Herhangi bir kriteri yoktur tangonun. Yaş, kilo, boy, esneklik, gençlik, yetenek vs. bir önem arz etmez tango için. Sosyal bir danstır ve çok yaygındır. Ülkemizde de gittikçe artan bir tango ilgisi, büyüyen bir tango kalabalığı vardır. İstanbul, dünya tango başkentlerinden biridir. Her yıl, çok farklı ülkeden yüzlerce insan, tango deneyimi için ülkemiz festivallerini tercih eder.
Bu sosyal dans ile ilgili zihinlerde pek gerçekçi olmayan kabuller vardır. Sadece Antonio Banderas tipli erkekler ile Jennifer Lopez görünümlü kadınların yapabileceği, file çoraplı, ağzında güllü, adeta ıslak saçlarla yapılan ateşli bir dans olduğu varsayımı; popüler kültürden, Hollywood filmlerinden, reklamlardan bize mirastır ve maalesef gerçeği yansıtmamaktadır. Tangoya tutkunun dansı, aşkın dansı gibi betimlemeler koreografi gibi, film sahnesi gibi durumlarda sıklıkla karşımıza çıkabilir ancak tangoyu sadece bu pencereden değerlendirmek, yüzeysel ve eksik bir bakış açısıdır.
Tango müziğinde pek çok duyguya, temaya yer vardır. Aşk, tutku, kıskançlık, özlem temalarının yanında neşe, eğlence, politik söylemler, isyan, yas ve daha pek çok konuya rastlarsınız. Bu yüzdendir Arjantinlilerin yas tutarken de tango dansına sığınmaları.
Buraya kadar olan kısım, tango deneyimine kapalı olan zihinlerin varsayımlarından beslenen ve tango dansını ıskalamaya da neden olabilecek bazı yanlış anlamalardır.
Bir şekilde tangoyla temas etmiş ya da tangoyu deneyimlemeye karar vermiş kişilerin ise, başka yanılgıları olabilir. Bu yanılgıların en başta doğru şekilde gözden geçirilmesi, devamındaki tango deneyimi için çok belirleyicidir.
Tangodaki anlayış, deneyim için çok belirleyicidir.
İlk olarak tangodaki rollerin doğru anlaşılması konusunda çaba sarfetmeye, bu konuda çalışmaya ihtiyaç vardır. Rollerin doğru kavranamadığı bir yerde danstaki kelime dağarcığına yeni hareketler eklenmesine yönelik tüm çabalar, maalesef beyhude kalacaktır. İlk yanlış anlama, lider ile takipçi arasındaki aynı dili konuşabilmekten ve rollerin iyi icra edilmesinden doğabilecek diyalogtan evvel, figürlere yatırım yapılmasıdır. Sadece bu sebeple, tangoda ilerleyememesini yeteneksizliğine ya da partnerinin eksikliğine bağlayan ve yolculuğun erken döneminde tangoya veda eden kişiler tanıdım ve maalesef sorunun anlayış ile ilgili olduğunu görememişlerdi.
Tangodaki taraflar, belirsizliğe razı olarak piste çıkarlar. Tangoda pistin saat yönünün tersine akmasının haricinde belirli olan hiçbir şey yoktur. Öyle ki yol, adım attıkça belirecektir. Bu açıdan hem takipçi hem de lider rolü, cesur olabilmeyi gerektirir.
Lider, takipçi ile arasındaki mesafeyi bozacak hamleler yapar. İlk adım ise, başlangıç noktasını terk edebilmeyi yani adım atabilmeyi göze almaktır. Takipçi ise, bu hamleye mesafeyi korumaya yönelik bir cevapla karşılık verecektir. Bu tekrar eden bir süreçtir. Böylelikle yol katedilebilir. Bu sebeple ısrar ve tutunma, tangoda önümüze taş koyan diğer engellerdir. Yolcululukta bizi neyin beklediğini bilmiyor olmamıza rağmen, olasılıklara açık bir anlayışla adımlar atılır.
Bir diğer yanlış anlama ise, tarafların bu serüvende birbirlerinin yol arkadaşı olduklarını unutmalarından kaynaklanır.
Tangoda, lider ve takipçi arasındaki iletişimden doğan dans, muhteşem bir ekip çalışması örneğidir. Dans, iki kişiliktir ve yol beraber yürünecektir. Bu nedenle, birbirleri açısından iyi bir dinleyici olmaları kaçınılmaz bir gereksinimdir. Ancak birbirini anlayan insanlar, birbirlerinin ihtiyaçlarını gözetebilirler. Tangoda da durum aynen böyledir.
Öte yandan, her iki taraf da rollerinin getirdiği sorumlulukların bilincindedirler. Mevcut potansiyellerinin elverdiği ölçüde, birlikte ilerlemek için gereken donanımlar konusunda kendilerine dolayısıyla danslarına yatırım yaparlar. Ders alırlar, pratik yaparlar, farklı kişilerle dansı deneyimleyip kendilerini geliştirirler. Aynı zamanda bulundukları pistin sorumluluğunu da taşırlar. Hem birbirlerine hem de pistteki diğer icracılara karşı nazik ve ilkeli davranırlar.
Tangoda sen, ben tartışması; haklı çıkmaya yönelik tepkiler anlayışımıza yönelik bir başka engeldir. Biri diğerinin rolünü çalmaya, kişisel alanına müdahale etmeye ya da onun adına karar vermeye kalkmaz. Danstaki figürlerle kendini ön plana çıkarıp; bireysel bir tutumla hareket etmez.
Tango iki kişi arasındaki iletişimdir evet; ancak aslolan danstır. Bu ekibin üyeleri, beklentilerle ve varsayımlarla hareket etmezler. O sırada çalan müziği duymak, yani mevcutta olana bakabilmek esastır. Birbirleri ile ilk defa dans ediyor olsalar da yıllardır tanışıyor olsalar da bu durum aynıdır. Her dans, yeni bir başlangıçtır ve dikkatin pistte ve birbirlerinde olduğu bir konsantrasyonu hak eder.
Tango, sonuca değil; sürece odaklanabilenlerin dansıdır.
Sorumluluklarının bilincinde olarak cesaretle kendilerini tango deneyimine bırakabilen, süreci önemseyen takipçi ve liderin arasındaki iletişimin olmazsa olmaz unsuru ise, güvendir. Kendilerine güvenirler, birbirlerine güvenirler ve pistin akışına güvenirler.
Bu, yeni figürler öğrenmeye başlamadan evvel üzerinde çalışılması gereken önemli bir süreçtir.
Eğer güven konusunda yeterli bir anlayış tesis edilmemişse; kontrol etme, suçlama, dikkat dağınıklığı, odaklanamama, tepkisellik, direnç gibi durumlar ortaya çıkar. Burası, içinde tarafların kendilerini tanımaları için harika bir fırsat barındırır. Tango deneyiminde en çok önemsediğimiz aşamalardan biri burasıdır.
Bu bir eşiktir, ve bu eşik aşıldığında bizi muazzam bir deneyim beklemektedir.
Tangoda olduğu gibi, hayatta da ilişkilerimizde ilerlemenin yolu güvene dayalı bir doğru anlayıştan geçer. Birbirine güvenen insanlar, anlamlı ilişkiler yaşarlar. Bu dansta da hayatta da belirsizliğe rağmen ilerlemek için çok değerli bir anahtardır.
Mevcut ekonomik koşullarla alışverişlerimizin görece ölçülü olduğu bu dönemde, Zarafet alışverişte de görünür olabilir mi sorusu aklıma düştü ve yaşamlarında zarafetin izini sürenler için yardımcı olabilir diye düşündüm.
Buradaki köşemde sıklıkla zarafetin bir oluş hali olduğundan; düşünce, söz ve eylemlerimiz aracılığıyla yansıyabildiğinden bahsetmiştim. Bu nedenle günlük hayattaki pratiklerimize bakmak ve eylemlerimizdeki ‘nasıl’larımızı’ gözlemlemek önem kazanır.
İlk olarak, neden alışveriş yaptığımızı hatırlamak, iyi bir başlangıç olabilir.
İhtiyacımız olanı mı alıyoruz? Yoksa aldığımız şeyin vaadettiği hissi mi satın alıyoruz?
Etrafımız bize alışverişi hatırlatan görsellerle, kişilerle, mekanlarla çevrilmiş durumda. Onlara göre, her durumda alışveriş yapmak için bir nedenimiz olabilir. Zaten moda kavramı da ‘hemen şimdi’ anlamına gelen, latince modo kelimesinden türemiştir. Zemininde aciliyet mesajının örtülü olduğu moda, geçici heves demektir.
Geçici olduğunu bildiğimiz halde, bugünkü hevesin seneye tümüyle başka bir yere adresleneceğini bile bile sadece bir ürünü moda olduğu için satın alırken bulabiliriz kendimizi. İhtiyacımız olmadığı halde, bize hiç yakışmasa bile… Gereği olmasa bile…
İşte tam da burada, kendi kendimizi iştah kabartan görsellerin içimizde uyandırdığı eğilime tutsak etmeden hemen önce, neden alışveriş yaptığımızı hatırlayabilirsek; alışverişte de zarafetin olduğu bir yere taşıyabiliriz kendimizi.
Alışveriş yapma deneyiminin, güzel olmakla bir alakası olmadığını sanırım biliyoruz; ancak sürüklendiğimiz davranış maalesef bu anlayışı desteklemiyor. Alışveriş yaptık diye güzel olmadığımız gibi, aldığımız kıyafetlerle de zarafetli olmuyoruz. Kıyafetlerimiz modaya uygun olabilir; ancak zarafetin moda ile bir ilgisinin olmadığını anlayabilmemiz gerekiyor.
Geçici hevesler (moda), sözlerimizin ve davranışlarımızın etkisinin yanında maalesef çok zayıf kalır. İnsanların görünüşleriyle karşılanıp; davranışlarıyla uğurlanması da bundandır.
Kıyafetimize özen göstermek, temiz ve bakımlı olmak, bulunduğumuz ortama uyum sağlamaya çalışmak elbette zarafete dahil. Ancak zarafet, moda olan bir elbiseyi giymekle oluşan bir hal değil.
İstediğimiz her şeyi alabilecek durumda olmak, bunu ilan etmemizi gerekli kılar mı?
Zarafet her türlü aşırılıktan uzak bir ölçülülüğe işaret eder. Gösterişten uzak durabildiğimiz yerlerde belirir. Başkalarının iştahını harekete geçiren eylemlerimiz, bizi zarafetten uzaklaştırır. Alım gücümüzün yeterli olması, hangi amaçla alışveriş yaptığımıza bakmaktan uzak tutmamalıdır bizleri. Komşumuzun, arkadaşımızın ya da akrabamızın zar zor geçindiği bir düzende, elimizde havalı markaların olduğu poşetlerle geçici heveslere erişebilme gücümüzü ilan etmek, gücümüzü değil; olsa olsa duyarsızlığımızı gösterir ve ne yazık ki zarafet yanımızdan dahi geçmiyordur.
Yemek yerken ölçülü davranmak zarafetten ise, alışveriş için de bu böyledir. Bir şeyi ucuz diye ya da sadece moda olduğu için ihtiyacımız olmadığı halde satın almak ile, karnımız aç olmadığı halde bir tabak daha yemek arasında pek bir fark yoktur.
Ölçülü olabiliriz, duyarlı olmayı tercih edebiliriz. Alışverişin ‘kendimizi iyi hissettiğimiz’ bir deneyim olduğu fikrini bir kenara bırakıp; geçici heveslerin yönlendirdiği biçimde davranmayabiliriz.
Zarafet, alışveriş merkezinden satın alınamıyor. Çünkü zarafetin modası yok; çünkü geçici hevesler, zarafete dahil değil.
#zarafeteğitimleri
Burayı takip edenlerin de bildiği gibi tango çalışıyorum, anlatıyorum ve tango deneyimi üzerinden öğrenmeye yönelik eğitimler veriyorum.
Birkaç gün önce uzun zamandır başlatmayı istediğimiz ve ancak şimdiye kısmet olan İlişkide İletişimde Tango derslerimiz başladı.
8 haftalık bir program ve iletişime katkı sağlayacak ana konular üzerinde, tango dansında ilerleyerek çalışıyoruz.
Açılış dersimizin ana konusu: DİNLEMEK
Tango ile dinlemek üzerine çalışıyoruz.
Dinlemek, aktif bir süreç; dikkatimizi sesin geldiği kaynakta tutabilmeyi gerektiriyor. Hem müziği hem de tarafların birbirini duyabilmeleri açısından tango, icracılardan (takipçi ve lider) iyi bir dinleyici olmalarını ister. Birbirini duymadan, müziği farketmeden yapılan hareketler, hareketle sınırlı kalır çünkü ve maalesef ortaya dans çıkmaz.
İşte dinlemek, iletişimin ön koşulu ve bu sebeple açılışı dinleme ile yapıyoruz. Tango, bir iletişim dansı. Dinleme olmadan, dans da olmuyor.
Duymak için, dinlemek gerekiyor.
Dinlemek, içinde vermenin olduğu cömert bir hal; karşı tarafın söylediğine kulak vermek ile başlıyor. Az sonra vereceğimiz cevabı tasarlamaya soyunduğumuz, bir an önce sıranın bize gelmesini beklediğimiz ve böylece süreci yuttuğumuz, sonuçlara odaklandığımız bir hal ile cömert olamıyoruz.
Konuşurken kelimeleri yuttuğumuz gibi, dinlerken de söylenenleri yutuyoruz.
Bir an önce doymak isteyen biri gibi; yemeği küçük lokmalarla, tane tane yiyemiyoruz. Burada süreç değil, sonuçtur çünkü önemli olan. Dolayısıyla ıskalanır konuşulanlar, ele yüze bulaşır o lokmalar.
Böyle olduğunda, karşımızdakinin söylediğinden çok, onunla ilgili tutumumuz ve varsayımlarımız yönlendirir cevaplarımızı ve dolayısıyla duyduklarımızı. Aklımızda çoktaaaan kabul ettiğimiz bir koşul vardır ve söylenenler içerisinde adeta cımbız ile ayıklarız fikrimize denk düşeni. Adeta aklımızdakilere kanıt aradığımız, kendimizi kendimize kanıtlamakla meşgul olduğumuz bir süreci deneyimleriz ve tam da bu yerden, duyduğumuz bu yerden iştahlı bir refleks ile cevaplar dökülür dilimizden…
Böyle böyle daha ağzımızdaki lokmayı bitirmeden, almışızdır bir çatal daha…
Anlaşmanın koşulu, anlamak; anlamanın koşulu duymak, duymanın koşulu ise, özenle dinlemektir.
Duymak, içinde bir parça merak ve çokça özen barındırır. Varsayımlarımızı, emin olduğumuz fikirlerimizi -hiç olmazsa bir süreliğine- rafa kaldırıp; cömertçe durabildiğimizde kulaklarımız duymaya başlar. Cömertlik, direncin olmadığı bilakis davetin olduğu bir yerden dinlemektir. Duymaya açık olmak, davettir. Sakinlikle, ilgiyle kulak vermektir ve böylece sadece fikrimizi destekleyenleri değil; söylenenleri olduğu haliyle duyabiliriz.
İşte tangoda da söyleneni duyabilirsek, verdiğimiz yanıt söylenene yönelik olur; bizim varsayımlarımızı, endişelerimizi, beklentilerimizi içermez. Dansın sürekliliği, yumuşaklığı, akıcılığı dolayısıyla zarafeti buradan gelir; konu dağılmadığında, ortaya çıkan gerçek bir diyalogtur. Filtresiz, yalın ve sade ve de bu yüzden ihtişamlı…
Dinlemek zarafete dahil; duyabilmek ise zarafetin hediyesi oluyor.
Tango Dansçıları için Zarafet:
Daha anlamlı bir tango deneyimi için neler yapabiliriz?
14 Aralık 2021 – Saat: 21.00
Kayıt formu: https://forms.gle/E5qGA17iFaNEVDaY6
2006 yılında başlayan ve hala devam eden tango yolculuğumda, hem yurt içinde hem de yurt dışında çok sayıda sahne gösterisi, etkinlik ve eğitim deneyimim oldu. Ayrıca farklı anlayışlara sahip öğretmenlerle çalışma, yine farklı eğitimlerden gelen her seviyeden dansçı ile tangoyu paylaşabilme şansı da edindim.
Yoğun pratikle ve sorgulamayla geçen bu yolculukta, tangodaki fiziksel öğeler bir yana sosyal danstaki verimliliği ve kaliteyi etkileyen unsurlar benim için hep gözlem ve merak konusu olmuştur.
Tango, insanın parmak izi gibi öznel bir dans. Biricik.
Aynı eğitimi almış insanlar; aşağı yukarı aynı süreler boyunca pratik yapsalar, birbirlerine yakın düzeyde tango birikimi edinseler dahi; dansta farklı şeyler ortaya koyuyorlar. Aldıkları eğitimin dışında, başka bir yerlerden de besleniyor tango’ları. Yeteneği kastetmiyorum; yetenek sosyal dans için hiç bir zaman bir kriter olmadı ve aslına bakarsanız da sadece kısmen avantaj sağlayan bir unsur olduğunu söyleyebiliriz. Aktif Tango icracılarının da çok iyi bildiği gibi, pratik denen elmas hepimize sunulmuştur. Bu açıdan sosyal tango, çok adildir.
Ben pek çok nedenle daha çok tangonun niteliksel tarafları ile meşgul olmaya çalıştım. Yıllar içerisinde merakımın izini sürdükçe; tangonun anlamlı bir deneyime dönüşmesinde en belirgin engeller olarak hareket odaklı bir anlayışın olması (nicelik) ve tangodaki değerlerin gözden kaçırıldığı bir zarafet yoksunluğu ile karşılaştım. Buradaki gözlemlerim, zamanla sunduğum eğitimlerin içeriklerinin değişmesine ve en nihayetinde TangoWellness eğitimlerinin ana çatısını, zarafetten geçen bir anlayışla temellendirmeme sebep oldu.
Aralık ayı sonunda, Tango dansçıları için Zarafet pratikleri üzerine tek günlük bir fiziksel eğitim planlıyorum. Bu eğitime hazırlanırken ”Daha kaliteli ve aktif bir tango deneyimi için neler yapılabilir? ” sorusu çıkış noktam olmuştu.
Yaklaşık 1.5 saat sürecek olan bu Webinarda hem bu soruya verdiğim yanıtları değerlendirecek hem de aşağıdaki sorulara vereceğimiz cevaplarla kendi tango deneyimimizi daha verimli ve anlamlı kılmanın yollarını tartışacağız. Anlayıştaki değişimin, Tango dansına etkilerini sizlerle paylaşmak da yine bu webinar için planladıklarım arasında yer alıyor. Çünkü çoğunlukla kendi anlayışımız, deneyimin sunduklarını görmemize engel oluyor.
Gözden kaçan tango değerleri nelerdir? ( Tangonun gör dedikleri )
Danstaki duruşumun ve ifademin dansa davet almam/davete kabul almam üzerinde nasıl bir etkisi olabilir?
Tangoda daha güçlü sosyal bağlar oluşturabilmek için araçlarım neler olabilir?
Dans ettiğim topluluklara nasıl katkı sağlayabilirim?
Tangodaki takipçi ve lider rolünün zarafeti, hangi alanlarda açığa çıkabilir?
Tangodaki deneyimin kalitesi için, zarafet üzerine nasıl çalışabilirim?
Daha anlamlı bir tango deneyimi için neler yapabilirim?
Tamamı ücretsiz olan webinara katılmak için lütfen aşağıdaki formu doldurarak kayıt olunuz:
https://forms.gle/zVRb3gA2aAWrakSD7
Sürekli tekrar ettiğimiz şeyler, anlayışımızı şekillendiriyor. Anlayışımız davranışlarımıza yansıyor.
Zarafetin de çok özetle düşünce, söz ve eylemlerimizden yansıyan bir oluş hali olduğundan söz edebiliriz. Bu açıdan baktığımızda rutinleri çok önemsiyorum.
Bir eğitimde katılımcılardan biri, rutin sözcüğünün kendisinden bile rahatsız olduğundan bahsetmişti. Bunu, sürekli aynı şeyleri yaşamanın monotonluğu olarak duyuyordu çünkü. Ben ise, rutinlerin çok değerli olduğundan, hatırlamamızı sağladığından, farkındalığımıza ve hem kendimizle hem de başkalarıyla olan ilişkilerimize katkı sağladığından söz ediyorum..
Yaptığınız bir şey size keyif veriyorsa, öz bakımdır.
Kişinin kendine iyi gelen şeyleri yapmasına öz bakım diyebiliriz. Bir başka deyişle, yaptığınız bir şey size keyif veriyorsa, öz bakımdır. Bu nedenle öz bakım dendiğinde sadece kozmetik bir süreçten bahsetmemekteyim. Her ne kadar yaygın anlayış bu yönde olsa da ya da paylaştığım görsellerin bu fikri akla getirebilme ihtimali varsa da, öz bakım bununla sınırlı değil.
Farkındalıkla, keyfini çıkararak içilen bir bardak çay, doğada yapılan bir yürüyüş, özenle hazırlanan bir yemek, bitkilerle ilgilenmek, yüzmek, bir öğle uykusu, çıplak ayakla çimlere basmak.. hepsi öz bakım kapsamında değerlendirilebilir.
Burada kritik nokta, size iyi gelen bir şey olması ve o şeyin özenle yapılması. Dikkatin yapılan şeyde olması.
Öz bakım rutini ise, kişinin kendine iyi gelen şeyleri yapmayı sürekli hale getirmesi, buna düzenli zaman ayırması oluyor. Kendini önemsemeye vakit ayırmanın sürekli olması önemli çünkü rutinler, hatırlamamızı ve deneyimin sağladıklarını edinebilmemizi sağlıyor.
Hatırlamak
Öz bakımı rutine almanın avantajlarını yaşamımda deneyimledim ve erteleme bariyerine takılmak dışında bir engel olmadığını gözlemledim.
Bir keresinde bir arkadaşım, güzel olana erinmek olmaz demişti. Sanırım o da birinden duymuş. Erinmek; kısaca üşenmek demek. Sözlükte ise şöyle yazıyor:
” Kendinde bir gevşeklik duyumsayarak bir işi yapmaya eli varmamak ”
Kendimizi önemsemek değerli, güzel ve anlamlı.
Bir şeyi eğer içinde bir anlam bulabiliyorsak, rutine bağlamamız kolaylaşıyor. En azından erteleme bariyerini aşabiliyoruz. İlk adım hatırlamak çünkü hatırlayabildiğimizde anlam ile temas edebiliyoruz.
Hatırlamak için anlama başvuruyoruz; ardından rutine bağlıyoruz ve sonrasında bu bizim normalimiz haline geliyor.
Güzel bir şey yaptığımıza ikna isek; – ki kendimizi önemsemek değerli, güzel ve anlamlı – buna üşenmiyoruz; ertelemiyoruz.
Öz bakımın normalimiz haline gelmesi, kendimizle farkındalıkla ilişki kurabilmemiz anlamına da geliyor. Zamanın bir yerinde, sadece kendimizle meşgul olmaktan bahsediyorum. Bir es vermekten, bir aralık yaratmaktan, kısacık bir zaman dilimi de olsa, diğer meşguliyetlerimize dur demekten söz ediyorum. Düşünmesi bile içimde ferahlıkla beraber neşe hissi getiriyor.
Farkında olmak, deneyimle – o sırada her ne ile ilgileniyorsak – temas etmemizi sağlıyor. Deneyimden gelen faydayı da ancak bu şekilde alabiliyoruz. Farkındalıkla temas etmek, özenli olmamıza yol açıyor. Özen ise, zarafete açılan kapıyı aralıyor; en değerli anahtarımız.
Özenle yapabilmek ise; yavaşlamayı, durabilmeyi, dikkati o şeye verebilmeyi gerektiriyor.
Kendisi için özenli olan, nesnelere karşı, başkalarına karşı ve en nihayetinde yaşama karşı özenli olabiliyor. Öz bakım rutini, bizi özene taşıyor ve zarafetimiz, rutinlerden besleniyor.
Özen üzerine yazmaya devam edeceğim.
#zarafeteğitimleri
Not: Zarafet eğitimlerinin 2021 yılı gruplarına katılım sona erdi. Bundan sonraki ilk grup 2022 Ocak ayında ve yüz yüze olacak. Şimdilik Perşembe günleri, gündüz saatleri düşünüyoruz. Katılmak için zarafetegitimleri@gmail.com adresine e-posta gönderebilirsiniz. Online grup yine hafta içi akşam saatlerinde olacak. Buradan ve Instagram üzerinden duyuracağım.
Instagram: https://www.instagram.com/zarafetegitimleri/
Eller, hayatı tanıma araçlarımızdır.
????
Temaslara açılan kapımızdır.
Temas etmek, tanıma yöntemidir.
Daha önce karşılaşmadığımız/temas etmediğimiz bir duruma yabancıyızdır.
Bu yüzden bir anlamda dokunmak, tanış olmaktır.
????
Temas etme biçimimiz ise, anlayışımız ve yaklaşımlarımız hakkında ipuçları taşır.
Özenli yaklaşım, zarafettendir ve eylemlerimizdeki özenin yansıması, ellerimizle kurduğumuz temaslarda görünür olur.
Kimi eller çok gürültülüdür. Alıp bırakmalarda, açıp kapamalarda yüksek bir ses eşlik eder o ellerin eylemlerine..
Kimi eller ise, özenlidir objelere.
Sakin bir hal eşlik eder eylemlere.
Sıkı sıkıya kapalı kavanozları açabilen de çoğunlukla bu ellerdir örneğin.
Gücü, zarafetten gelir.
~•~
Zarafetin, bir anlamını da “Nasıl” sorusunun cevabında buluruz. Kökeni zarf’ tır. Bir şeyin “nasıl yapıldığı” ile ilgilidir.
Dilbilgisi derslerinden hatırlarsınız; yükleme nasıl sorusunu sorduğumuzda, aldığımız cevabı karşılayan kelime ya da kelimeler grubu ‘zarf tümleci’ idi.
Kelimelerin etimolojisi, kavramları anlamakta yol göstericidir.
Zarafet üzerinde çalışırken, “Nasıl’larımız” üzerinde yoğunlaşmamız bundandır.
Ellerimiz, bedenimizin zarf tümleci gibidir, keza adımlarımız ve sözlerimiz de…
Bu yüzdendir, zarafette düşüncemize, sözümüze bakmamız, eylemlerimizi mercek altına almamız.
Ne yaptığımız kadar, nasıl yaptığımız da çok önemlidir çünkü.
~•~
Bardağı tutuşunuza, kapıyı kapatışınıza, elbiseyi asışınıza, cildinize kremi sürüşünüze, saçınızı tarayışınıza, bavulunuzu hazırlayışınıza, ayakkabılarınızı kutuya koyuşunuza bakın.
Nasıllar, zarafetiniz hakkında doğru bilgiyi size verecektir.
#zarafeteğitimleri #zarftümleci
“ Neden karanlıkta güzellik arama eğilimi sadece doğulularda bu kadar güçlüdür… Bana göre biz Doğulular, içinde bulunduğumuz şartlardan hoşnut olmayı amaçlayıp elimizdekilerle mutlu olduğumuz için karanlıktan şikayet etmek yerine bunun bir çaresi olmadığını kabullenip ışık azsa azdır der, karanlık üzerine düşüncelere gömülür ve karanlığın içindeki doğal güzelliği keşfederiz” diyor ‘Gölgeye Övgü’ kitabının yazarı Juniçiro Tanizaki
Paylaştığım fincan, Japonya’dan. Annemin henüz ben ortaokul öğrencisi iken aldığı hediyesi.
Annemin zarafete verdiği değer ve bana dair ileri görüşlü vizyonu bir yana, yıllar sonra okuduğum kitabı kendi içimde onurlandıracak bir eşyaya dönüşmesi benim için şaşırtıcı ve iyileştirici oldu dün gece.
Kitap, zemine zarafetin yayıldığı Doğu kültüründe, Batı “gelişmişliği” ile yitirilmeye yüz tutan estetik değerlere ithafen yazılmış bir ağıt niteliğinde.
Teknoloji ve parlak ışıklar altında bir dünya, öte taraftan karanlıktaki güzelliği keşfe davet eden bir anlayış.
Zarafete ilgi duyan, keşfetmek isteyen herkese öneririm kitabı.
Zarafet, üzeri yanlış anlamalar ile örtülen, öğrendiklerimizle -daha da sertleşerek- edindiğimiz varsayımlarla, tutumlarla unuttuğumuz ancak hepimizde olan bir oluş hali.
Karanlık taraflarımıza, gölgeli yanlarımıza açıklıkla bakmayı kabul edersek, keşfedebiliriz.
Işığı, doğru yöne çevirebiliriz.
Gördüklerimiz ilk anda çok şaşırtıcı gelebilir.
~•~
Yazar Tanizaki anısına.. #zarafeteğitimleri
Zarafet eğitimlerine katılmak için zarafetegitimleri@gmail.com adresine e-posta gönderebilirsiniz.
Zarafetin sözlükteki anlamlarından biri de “güzellik” olarak verilse de, aslında güzellik ve zarafet birbirinden apayrı kavramlardır.
~•~
Güzellik kültüre, modaya, coğrafyaya, alışkanlıklara, tercihlere göre değişir.
Zarafet ise, düşüncelerimiz, sözlerimiz ve eylemlerimizle açığa çıkan, bir oluş halidir.
2000li yıllarda zarafet, 1940larda zarafet gibi kavramlara rastlamayız. Zarafet, popüler akımlara bağlı olarak değişen bir durum değildir çünkü. Diyebilirsiniz ki, eskiden şu şöyleydi; ama şimdi böyle. Örnek vermek gerekirse, eskiden insanlar evine gelen misafiri uğurlarken; geldikleri için teşekkür eder ve bir hediye verirlermiş; şimdi ise, böyle bir gelenek pek yok ancak hala uygulayanlar var. Unutulmaya yüz tutsa da hala geçerli.
Çocukluğumda, ziyaretine gittiğimiz teyze, mis gibi kokan, ütülü ve nakışlı mendil hediye ederdi bize.
Bundan birkaç yıl önce de, başka bir ev sahibi, gecenin sonunda davetlilerden kadın olanlara, ipek fular hediye etmişti. Umut hissi ve şaşkınlık karışımı bir durum oluştu içimde. Çünkü, hatırlayanlar ve uygulayanlar vardı…
Zarafet görgü kuralları ile sınırlı değildir; ancak görgü kuralları, elbette zarafete dahildir. Eskilerin deyimiyle, adab-ı muaşeret, zarafetin alt kümesidir.
~•~
Değişen çağ, teknolojinin sunduğu bazı ‘sözde avantajlar’ ile birlikte hızlanan yaşamlarımız (!) unutmamıza vesile oluyor.
Unutuyoruz, çünkü değer vermiyoruz.
Unutuyoruz, çünkü moda değil.
Unutuyoruz, çünkü başka işlerimiz var.
Unutuyoruz, çünkü kullanmıyoruz.
Kullanmıyoruz, çünkü yanlış anlıyoruz.
Açılıştaki fotoğraf, 1950li yıllardaki moda anlayışını temsil ediyor. Nina Leen fotoğraflamış.
Yukarıdaki fotoğrafta ise, ‘Zarafet göze batmak değil, akılda kalmaktır’ sözünü belki de o yıllarda henüz söylememiş olan Giorgio Armani, yeğeni Silvana’yı 1980’lerin başındaki defilesi için hazırlıyor. İlk fotoğrafın üzerinden yaklaşık 40 yıl geçmiş.
Aşağıdaki fotoğraf ise, Chanel’in 2021 yılı İlkbahar-Yaz Haute Coutre defilesine ait; bir 40 yıl daha geçmiş.
~•~
Değişiyor. Güzellik kavramı, beğenilen, moda olan sürekli değişiyor.
Her yıl farklı çabalarla peşinden koşulan kıyafetler, akımlar, ikonlar; değişiyor.
Bu yıl beğendiğimizi, gelecek yıl hatırlamıyoruz bile. Maalesef giymiyoruz da bazen 🙁
Belki de, kendi zarafetimiz üzerinde düşünmek, gözlem yapmak; sözümüze, eylemimize özenle yaklaşmak, aradığımız güzellik için bize yol gösterebilir.
Zarafet, unuttuklarımızı hatırlayarak; sözümüzün, düşüncemizin, eylemlerimizin sorumluluğunu alarak başlar. Ancak bu şekilde olur göze batmayıp; akılda kalmak..
#zarafeteğitimleri
Kapak fotoğrafı: Nina Leen – 1940-1950